| Öğrenci Destek Hattı   | Öğretmen Destek Hattı |

   | Bize Ulaşın Bize Ulaşın | Site Haritası Site Haritası | Ana Sayfa Ana Sayfa |

s
 

GÖNÜLLÜ KAHRAMAN

Bir yaz günü... Türk ulusunun Sakarya kıyılarından, heyecan içinde zafer müjdesi beklediği günlerden biri... Öğle güneşinin bunaltıcı sıcaklığı içinde, cepheye doğru ağır ağır ilerleyen kağnı kafilelerinden biri ile karşılaştım. Selâm verip geçecektim. Fakat birden gözlerim, dört sandık yüklü at ile kafileye karışmış bir gencin üzerinde durdu. Bu gürbüz, geniş omuzlu, yağız yüzlü gencin bir ayağı tahtadandı.

Bu, bir gaziydi. Kendisi ile görüşmeye başladım. Ayağından birini, Çanakkale Savaşı'nda bir mermi alıp götürmüş. Hastahanede tedavi edildikten sonra köyüne dönmüş. Tarlasında çalışmaya başlamış. Sonra savaş başlayınca, tek bacağı ile arkadaşlarının arasına karışamadığına yanmış. Hiç olmazsa cephane taşıyarak hizmet etmek için kente inmiş. Tek hayvanına dört sandık yüklemiş. Dört günden beri de yol yürüyorlarmış.

Cephede bulunamadığına, arkadaşları ile omuz omuza savaşamadığına üzüldüğü hâlinden belliydi. Saf ve ağır başlı bir tavırla:

— Bey! diyordu. Sakatım. Savaşa gidemedim. Kendim olmazsa, götürdüğüm gülleler bari düşmandan öcümü alsın...

Onu incitmeyecek sözler seçmeye dikkat ederek, bu yorucu işi başka bir kardeşin yapmasını önerdim. Birdenbire başını kaldırdı. Gözlerime dikilen gözleri kıvılcımlandı:

— Düşman denize dökülene kadar. Benim andım budur bey!... dedi.

Mustafa NECATİ

Atatürk Ansiklopedisi