| Öğrenci Destek Hattı   | Öğretmen Destek Hattı |

  | Bize Ulaşın Bize Ulaşın | Site Haritası Site Haritası | Ana Sayfa Ana Sayfa |

s

 

D. Türk İnkılâbı ve Önemi

5. Toplumsal Alanda İnkılâp

Kıyafette Değişiklik

Osmanlı Devleti’nde değişik ulus ve inançtaki insanlar bir arada yaşıyorlardı. Müslümanların, Hristiyanların, Musevîlerin giyimleri farklıydı. Şehirliler, köylüler, devlet ve din adamları da ayrı giysiler giyiyorlardı. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nde giyim birliği yoktu. Giyimdeki karışıklık ve düzensizliği ortadan kaldırmak için yenilik yapılması gerekiyordu.

Mustafa Kemal, toplumumuzun giyimde de uygarlaşmasını istiyordu. Bu amaçla halkına öncülük etti. Kastamonu’da şapka giyerek halkın karşısına çıktı. 25 Kasım 1925’te de “Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun” kabul edildi. Artık sarık ve fes yerine, bütün uygar ulusların giydiği şapka kullanılacaktı. Şapkanın yanı sıra tüm giysiler de uygar uluslarınki gibi olacaktı. Giyside yapılan bu değişiklik Türk ulusunun çağdaş görünümünü de sağlayacaktı.

Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik

Osmanlılarda hicrî takvim, Avrupa devletlerinde ise milâdî takvim kullanıyordu. Takvim konusundaki bu ayrılık, batılı devletlerle ilişkilerimizde düzensizliğe neden oluyordu. Bu durum Cumhuriyet Döneminde düzeltildi. 1 Ocak 1926’da hicrî takvim yerine milâdî takvim kabul edildi. Aynı zamanda, yerel saat yerine, uluslar arası saat sistemine geçildi.

Avrupalı devletlerle ticarî ilişkileri daha düzenli duruma getirmek gerekliydi. Bunun için ölçülerde de değişiklikler yapıldı.

Osmanlı Devleti’nde okka, arşın, endaze gibi, yörelere göre değişebilen ölçüler kullanılıyordu. Bu da ekonomik yaşam başta olmak üzere pek çok alanda karışıklığa yol açıyordu. 1 Nisan 1931’de, bu karışıklıkları gidermek amacıyla ağırlık ve uzunluk ölçülerinde değişiklik yapıldı. Okka yerine kilogram; arşın, endaze yerine metre kullanılması kabul edildi. Böylece ölçüm işlerinde birlik, diğer devletlerle olan ilişkilerde kolaylık sağlandı.

Soyadı Kanunu

Osmanlı toplumunda kişilerin soyadı yoktu. Kişiler bazı unvanlar ve lâkaplar kullanıyorlardı. Bu da insanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerinde karışıklıklara neden oluyordu. 21 Haziran 1934’te karışıklıkları önlemek amacıyla Soyadı Kanunu çıkarıldı. Bu yasayla herkesin bir soyadı alması zorunlu oldu. TBMM tarafından Gazi Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verildi.

 

Türk Kadın Hakları

İlk Türk devletlerinde kadının önemli bir yeri vardı. Kadın ve erkek eşit haklara sahiptiler. Kurultaylara hakanla beraber eşi de katılırdı. Hakanın eşi gerektiği zaman yabancı devlet elçilerini kabul ederdi. Türklerde tek kadınla evlilik esastı. Kadınlar devlet işlerinde çalışabilmekteydi.

Osmanlılar Döneminde kadınlar sahip oldukları hakların birçoğunu kaybettiler. Mirastan pay alma, evlenme, boşanma gibi konularda erkeklere tanınan haklar kadınlara tanınmadı. Bu durum, Türk Medenî Kanunu kabul edilinceye kadar sürdü.

Türk kadını, Kurtuluş Savaşı’nda vatanı kurtarmak için büyük özverilerde bulunmuştu. Fabrikalarda mermi yapmış, cepheye silâh ve cephane taşımıştı. Gerektiğinde erkeğiyle birlikte düşmana karşı savaşmıştı. Ulusal Mücadele’ye büyük katkılarda bulunan Türk kadınının toplumda lâyık olduğu yeri alması gerekliydi. Bunun için kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınmalıydı. Atatürk bu konuda da öncülük görevini üstlendi.

Atatürk, Türk kadınının toplum yaşamında alması gereken yeri şöyle açıklıyordu: “Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz yol vardır. Bu yol, büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.”

Atatürk’ün, düşünceleri doğrultusunda 1926’da Türk Medenî Kanunu kabul edildi. Bu kanunla toplumsal ve ekonomik alanda kadın-erkek eşitliği sağlandı. Ancak Atatürk bununla yetinmedi. Kadınların siyasal haklarına kavuşmasını da sağladı. Türk kadınlarına 1930 yılında belediye seçimlerine, 1933 yılında muhtarlık seçimlerine katılma hakkı verildi. Kadınlarımız, 1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.

Böylece Türk kadınları Atatürk sayesinde birçok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce siyasal haklara kavuştular. Atatürk, bu konudaki görüşlerini şu sözlerle ifade ediyordu: “Türk kadınına bu hakkın bir lütuf olarak verildiği kanaatinde değilim. Kimse bu kanaatte olamaz.”

Türk kadınına tanınan sosyal, ekonomik ve siyasal haklar, onun toplumdaki yerini ve önemini en iyi biçimde vurgulamaktadır. Atatürk bunu şöyle dile getirmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın; bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en saygın yerde, her şeyin üstünde, yüksek ve şerefli bir varlıktır.”

             
              Ana Sayfa

Sayfa 1/ 1
Önceki Sayfa   Sonraki Sayfa